HİCRET ve MİRAC; MÜ'MİNLERE NEDE GÜZEL HEDİYE.
İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihad edenler; şüphesiz bunlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
اِنَّ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَالَّذٖينَ هَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ اُولٰـئِكَ يَرْجُونَ رَحْمَتَ اللّٰهِ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَحٖيمٌ
BAKARA 218
İşte kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz delillerimiz.. Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.
وَتِلْكَ حُجَّتُنَا اٰتَيْنَاهَا اِبْرٰهٖيمَ عَلٰى قَوْمِهٖ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَاءُ اِنَّ رَبَّكَ حَكٖيمٌ عَلٖيمٌ
ENAM 83
Gecenin bir kısmında da uyanarak sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere teheccüd namazı kıl ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud’a ulaştırsın.
وَمِنَ الَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهٖ نَافِلَةً لَكَ عَسٰى اَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَحْمُودًا
İSRA 79 Tevhid mücadelesinin önderi peygamberlerin zaman,mekân ve muhatap açısından aralarında büyük farklar vardır. Fakat biz bu yazıda peygamberlerin ortak kaderi olan iki olaydan söz edeceğiz. Mi'rac ve Hicret...
Tamamıyla beşerî ortam ve beşeri şartlarda görev yapmakla yükümlü olan Allah elçileri, kesin olarak Allah'ın yardım ve desteğine sahiptirler.1 Allahın yardımını önlemek kimsenin haddi değildir 2. Ancak bu yardım, hiç bir zaman, beşerî şartlarda verilecek mücadele, alınacak tedbirler ve çekilecek sıkıntıların önüne geçmemiştir. Bir âyet, peygamberlere yönelik mutlak ilahî yardımın zamanını şöylece belirtmiştir:
"Ne zamanki peygamberler kavimlerinin imana gelmesinden ümidi keserler ve yalanlandıklarına kanaat getirirler, işte o zaman yardımımız onlara yetişir..." 3
Bir başka ayet "peygamber ve beraberindeki mü'minlerin Allah'ın yardımı ne zaman" diyecek kadar bunalacaklarına 4 işaret etmektedir. Peygambere düşen, sabırla Allah'ın hükmünü beklemek, gördüğü mukavemete rağmen görevini elinden geldiğince sürdürmek ve beşerî şartların dışına çıkma anlamı taşıyan mucizelerle işi halletme yoluna asla meyletmemektir. Bilinen bir gerçektir ki, hiçbir peygamber mecbur kalmadıkça mucize göstermeye kalkışmamıştır. Zaten mucizeler, tamamen Allah'ın dilemesiyle peygamberler elinde zuhur eden fevkalade olaylardır. Allah dilemezse, peygamberlerin yapacağı hiçbir şey yoktur.5
Birincisinde iltifat ve teselli, ikincisinde yeni imkanlar ve yeni ortamlarda zafer müjdesi saklı olan mi'rac ve hicret, birer ilahî yardım belirtisi olarak, mutlaka şartların son derece ağırlaştığı, tahammülü güç imtihanların yoğunlaştığı dönemlerde gerçekleşmiştir. Ancak her defasında sıra aynı değildir; bazan mi'rac bazan da hicret öncedir. Mesela, İdris ve İsa aleyhisselamların mi'racları hicretlerinden sonra 6; Hz.İbrahim ve Hz.Musa'nın mi'racları ise, hicretlerinden öncedir 7.
Bütün peygamberlerin özelliklerini nezih şahsında toplamış ve en yaygın tevhid mücadelesini yürütmüş ve başarmış olmasına rağmen Sevgili peygamberimiz de hiç şüphesiz aynı ilahî kanunlara tabi idi. Çünkü O da bir peygamberdi, hatemü'nnebiyyîn'di. Bir başka ifade ile "resuller dizisinin son incisi''ydi. O'nun mi'racı da mücadelesinin ortalarında hicretinden bir kaç ay önce gerçekleşmişti.
Dikkatli Siyer ve İslam tarihi yazarları Hz. Peygamberin mi'rac'ını, Taif yolculuğundan sonraki günlerde göstermektedirler. Taif yolculuğu, Mekkelilerin anlayışsızlığının doruk noktasına ulaşması karşısında yeni bir merkez arama arzusu ile gerçekleştirilmiş ve fakat oldukça ümit kırıcı bir şekilde neticelenmişti. Allah'ın resulü, bu yolculuk sonucunda Mekke'ye bir müşriğin emanını temin ederek dönebilmişti. Yolda, halini Rabbi'ne şöyle arz etmişti:
"Allahım,
Güçsüz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğümü ancak sana arz ve şikayet ederim. Ya erhamerrâhimin, hor görülenlerin rabbı sensin. Sensin benim rabbım. Beni kime bıraktın? Huysuz ve yüzsüz yabancıya mı, yoksa bu işimde bana hakim olacak bir düşmana mı?
Allahım,
Çektiklerime aldırmam, yeter ki uğradığım senin gazabın olmasın. Fakat bana bunları göstermeyecek kadar engindir affın, merhametin senin.
Allahım,
Gazabına uğramaktan, rahmetinden uzak kalmaktan; karanlıkları aydınlatan, dünya ve ahireti salaha kavuşturan ilahî nuruna sığınırım. Rızanı dilerim, sana iltica ederim. Güç ve kuvvet senindir, senin elindedir..
"karn-ı seâlib" denilen yerde Cebrail belirdi. "Kavmin hakkında ne yapılmasını istersen, emret!" dedi. Son derece bunalmış olmasına rağmen O (s.a.): "Allah'ın, bu müşriklerin soyundan, tevhide gönül vermiş ("muvahhid") bir nesil getirmesini dilerim."9 cevabını verdi. Yücelik gösterdi.
Azab ve helak istemeyen ve "alemlere rahmet olarak gönderilmiş" olan Hz. Peygamber'in teselli vakti gelmişti. Bu da mi'rac ile gerçekleşecekti.
Allah teala habîbini bir gece katına yükselterek, ilahî saltanatını yakından tanıtmış, daha önce mi'rac nimetine mazhar olmuş ve Hz. Peygamber ile yakından ilgisi bulunan 8 peygamber ile 10 onu görüştürmüş ve tam bir teselliye kavuşturmuştur. Ufukta görülen hicret ve gurbet ateşinden önce, mi'rac ve vuslat nimetleriyle resûlünü takviye etmiştir.
Mi'rac, oluş biçimi ile bir mucize, nitelik açısından bir iltifat-ı rabbani'dir. Hz. Peygamber mi'rac'ta, "evvel gelen kimsenin ermediği bir rif'ate" ve evvelkilerin ulaştıklarından daha ileri bir yakınlık ve yücelişe kavuşmuştur. O (s.a.) bu sayede dünya şartlarında yürüttüğü tevhid mücadelesinin uhrevî sonuçlarını temaşa etmiş, hicret ile gelecek İslam Devletinin tesisi yolundaki azmini bilemiş, güçlenmiştir.
Kur'anî ifadesiyle, Allah'ın bazı ayetlerini göstermek için Mescid-i Haram'dan el-Mescidu'l Aksa'ya kadar uzanan gece yürüyüşü demek olan mi'rac'ın keyfiyeti ve bu oluştaki unsurların niteliği üzerindeki yorum ve anlayış farklılıklarının münakaşasını ilim erbabına bırakarak olayın, peşinden getireceği hicret ile birlikte tevhid mücadelesi açısından ifade ettiği mana üzerinde durmak herhalde çok daha isabetli olacaktır.
Tevhid mücadelesindeki zemin hazırlama ve sabır aşamasından cihad ve kuruluş merhalesine geçiş demek olan hicret, mi'rac ile birlikte düşünüldüğü zaman daha bir derinlik ve bambaşka bir boyut kazanmaktadır. Önceki günlerin muhasebesi ve sonraki günlerin şekillendirilmesi için mutlak irade merkezinde çok özel bir görüşme yolculuğu demek olan mi'racı, tevhid mücadelesinin dönüm noktalarının başında görmek ve öylece değerlendirmek gerekir.
Hz. Ademin dünyaya gönderilişi ile başlayan mi'rac-hicret çizgisi; Hz. Nuh'un tufan gezisi, Hz. İbrahim'in göklerin ve yerin melekûtunu görmesi 11 ve ateşe atılmasından12 sonra "doğrusu ben, rabbım uğrunda sizi bırakıp gidiyorum, O beni doğru yola eriştirir"13 diyerek çıktığı Şam ve Hicaz yolculukları, Hz. Yusuf'un Kenan ilinden Mısır'a götürülüşü, Hz. Musa'nın Medyen-Mısır-Filistin yolculuğu, Tur dağı mi'racı, Hz. İsa'nın Allah katına ref'i üzerine son bulan görev yürüyüşü ile devam etmiş ve nihayet Hz. Pey-gamber'in mi'rac sonrasında Mekke'den Medineye hicret'i ile tevhid devleti doruğuna ulaşmıştır. Tevhid çağrısı çemberi dünyaya ilk düştüğü bölgede İslam ile tamamlanmıştır. Manevi âlemin tevhid ka'besi Beyt-i Ma'mûr'un izdüşümüne tesadüf eden Ka'be çevre-sinde, sadece namazların farzları kılınırken duran tavaf yürüyüşü; namazla mi'raca,, tavafla hicrete dönüşen ve sonsuza dek devam edecek olan tevhid yolculuğu olsa gerektir. Ka'beye yönelik Hac ve Umre ibadetlerinin bir çeşit cihad oluşu, herhalde bu tevhid mücadelesinin günümüzdeki uzantısına fiilen katılmış olmaktan kaynaklanmaktadır. Hicret'i ve mi'rac'ı bir arada yaşama imkanını elde etmiş olmak, Beytullah çevresinde hissedilen sonsuz ve ifade edilemez huzur ve mutluluğun asıl sebebi olsa gerektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder