SELAMUN ALEYKÜM

SİTELERİMİZE GELDİNİZ HOŞNUTLUK VERDİNİZ RABBİMİZ KABUL ETSİN

12 Eylül 2021 Pazar

Gelibolu ve Çanakkale’deki Gizli El

 Çanakkale’deki Gizli El


Birinci Cihan Harbinin en meşhur savaşlarından biri olan Çanakkale Harbi, yakın tarihimizdeki en hazin savaşlardan biridir.
Binlerce gencimizin can verdiği, adeta yetişmiş bir neslin ortadan kaldırıldığı bu savaş, günümüzde bir zafer olarak kutlanmaktadır.
“Çanakkale geçilmez!” diye Türkiye tarihine yazılan Çanakkale Boğazı, bu savaştan üç sene sonra geçildi.

Neticelerinin tesiri günümüzde dahi devam eden Çanakkale Harekâtına bir de, bu savaşın baş aktörlerinden olan Winston Churchill’in gözünden bakmakta fayda var.

Nitekim tarihî hadiselere farklı cihetlerden bakmak, çoğu zaman insanın ufkunu açmaktadır.
Lord Rothschild ve Banker Cassel
İngiliz devlet adamı Lord Randolph Churchill, mektepte çok da parlak bir çocuk olmayan on sekiz yaşındaki oğlu Winston’ın elinden tutup, yakın dostu Lord Nathan Meyer Rothschild ile tanıştırdı.
Rothschild ailesi, Venedik’in aristokrat aileleri sayesinde dünyanın en zengin ailelerinden biri olmaya muvaffak olmuş Yahudi banker bir aileydi.
Bu ailenin İngiltere’deki koluna mensup olan Lord Rothschild, kendisine emanet edilen genç Churchill’in himayesini, adamı Sir Ernest Cassel’e havale etti.
Banker Cassel, Randolph’un ölümünden sonra Churchill’e adeta babalık yaptı ve Winston bu işlerden pek anlamadığından olsa gerek, tüm servetini onun adına idare etti.
Dünya yakın tarihini şekillendiren, bu ailelerin network’leri, yani irtibatları olduğundan, ileride İngiltere’nin başvekili olacak ve tarihe geçecek genç Winston’ın yükselişi de böylece başlamış oldu.
İtalya başta olmak üzere Avrupalı güçlerin desteğini alan Balkan çeteleri, 1909’da İstanbul’u işgal etti ve Sultan Abdülhamid’i tahttan indirdiler. Böylece Osmanlı İmparatorluğu fiilen tarihe karışmış ve yerine, Genç Türkler olarak bilinen İttihat Terakki Komitesi’nin liderliğinde, Yeni Dünya’nın bir parçası olan Yeni Türkiye kurulmuş oldu.
Churchill’in hâmisi Banker Cassel, Turkish Petroleum Company’i, yani Türk Petrol Şirketi’ni kurarak İttihatçılardan Yeni Türkiye topraklarındaki tüm petrol imtiyazını aldı. Diğer yandan da, kendisi gibi Yahudi olan arkadaşı Jacob Schiff ile beraber, Rusya’da Çarlığı devirmek için ihtilal hazırlıkları yapmaya başladı.
Kahramanımız Churchill de 1911’de İngiltere’nin bahriye nazırı oluverdi.
Churchill donanmanın başına geçince ilk iş olarak, sadece petrolle çalışan Queen Elizabeth sınıfı yeni gemiler inşa ettirdi. Bununla da kalmadı; İngiltere Hükümetinin, 1909’da kurulan Anglo-Persian Oil Company (İngiliz-İran Petrol Şirketi, bugünkü BP) şirketindeki hisselerin %51’ini almasını sağladı.
Gelibolu Harekâtı
Derken 1914’te, beklenen Cihan Harbi başladı.
İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya müttefikti.
Yeni Türkiye ise Almanya safında harbe girdi.
İngiltere Harbiye Nazırı Lord Kitchener, Kafkasya’da sıkışan müttefik Rusları rahatlatmak istiyordu. Churchill’den Türklerin dikkatini batıya; Gelibolu’ya çekmesini istedi. Bunun üzerine Churchill, donanmanın dretnotlardan sonra modası geçen, kömürle çalışan eski gemilerini alarak Gelibolu’ya saldırdı.
Operasyona katılan tek yeni gemi, HMS Queen Elizabeth idi; o da test için getirilmişti. Operasyonda kara desteği yoktu. Çünkü İngiltere’nin asıl hedefi İstanbul değil; İstanbul’a giden yolu kapatan Çanakkale’nin kaleleri idi.
İngiliz gemileri Çanakkale önlerine gelince Queen Elizabeth hiçbir riske girmeden uzaktan kaleleri dövmeye başladı.
İngilizlerin İstanbul’a yürüdüğünü düşünen ve başkentlerini tehlike içinde gören, İttihat Terakki içindeki Enver muhalifleri, yani Anglofil kanat, İngilizlerle gizli görüşmeler yapmaya başladı. Onlara, İstanbul’daki hükümeti devirip, münferit sulh imzalamayı teklif ettiler. Fakat nafile. İngilizler, henüz savaştan istediklerini (Arap petrolleri, Filistin’de bir Yahudi devleti vs.) elde edememişlerdi. Bu teklifi reddettiler.
Anglofil İttihatçılar, tekliflerini 1917’de de tekrarlayacak; fakat yine aynı cevabı alacaklardı.
Çanakkale’nin kaleleri bir bir susuyordu. Gariptir; motorları bozuk ya da pilotların tecrübesi yetersiz gibi komik bahanelerle saldırıda uçaklar kullanılmıyordu. Üstelik Churchill’in zaman zaman talebine rağmen donanmaya kara desteği de verilmiyordu. Donanmanın başındaki Amiral Carden, 18 Mart’ta İstanbul üzerine yürümeye karar verdi; fakat saldırıdan iki gün evvel adı hasta listesine yazdırılarak vazifeden alındı. Yerine yardımcısı John de Robeck geçirildi.
Carden’ın vazifesinde hiç kayıp vermeyen donanmada Robeck’in başa geçmesiyle işler değişiverdi.
18 Mart saat 13.45 itibariyle kaleler artık ateşe karşılık veremiyordu.
İstanbul’a giden yol açılmıştı.
Fakat Robeck garip bir karar aldı ve mayınların temizlenmesini beklemeden gemileri ileri sürdü.
Haliyle gemiler mayınlara çarptı ve Inflexible, Irresistible ve Ocean gemileri sulara gömülüverdi. Böylece İngiltere’nin deniz harekâtı sona erdi ve gemiler ikinci bir saldırıda bulunmayarak geri çekildiler.
İstanbul’daki Amerika Birleşik Devletleri sefiri Morgenthau, Müttefik donanmasının niye çekildiğini anlayamamıştı. Hâlbuki İttihatçıların mühimmatı bitmek üzereydi ve Türk halkı İttihat Terakki’den ve Almanlardan nefret ettiği için hükümet sallantıdaydı. Morgenthau bu mevzuyu, Genç Türklere duyduğu sempati ile bilinen Alman von der Goltz Paşa ile konuştu. Paşa, İngilizlerin İstanbul’u almak gibi bir niyeti olmadığını, Ruslara söz verdikleri için, şehri alırlarsa İstanbul’u Ruslara teslim etmek mecburiyetinde kalacaklarını söyleyerek sefiri aydınlattı.
Goltz Paşa haklıydı. Rusya’yı İstanbul’dan ve Boğazlardan uzak tutmak, İngiltere’nin daimi politikasıydı. Rusya bunu bildiği ve İngiltere’nin verdiği sözden şüphelendiği için, 18 Mart’tan iki hafta evvel Londra ve Paris’e telgraf çekmiş ve Çar’ın İstanbul ve Boğazları istediğini İngiltere ve Fransa’ya tekrar bildirmişti. Churchill ise şiddetle buna karşı çıkmış ve hükümetine Gelibolu sonrası menfaatlere odaklanmayı tavsiye etmişti; “İngiliz tarihi bu savaşla bitmeyecek.”
Deniz harekâtının ardından İngiltere, kara harekâtını başlattı. Sultan Abdülhamid’in yetiştirdiği binlerce münevver genç, Alman subayların idaresinde, İttihatçılar tarafından cepheye sürüldü. Canlarını dişlerine takarak Boğazı müdafaa eden bu gençler Çanakkale topraklarına cansız düştükten sonra kara harekâtı da sona erdi. Üstelik yaklaşık dokuz ay süren bu harekât sırasında da mayınlar temizlenmedi ve gemiler Boğazı geçmek için herhangi bir teşebbüste bulunmadı.
Çanakkale Savaşı, İngiltere cihetinden bir muvaffakiyetsizlik gibi görünse de, Gelibolu’da batan ya da hasar gören Irresistible, Majestic, Ocean, Triumph, Inflexible, Goliath gemilerinin hepsi, şehit düşen müslüman gençler gibi, artık ihtiyaç duyulmayan eski sınıfa aitlerdi. Churchill ve hâmileri, bir taşla binlerce kuş vurmuştu.
Sırasıyla 1905 ve 1908 ihtilallerinden sonra meşruti idareye geçen Rusya ve Türkiye’ye son şeklini vermek için Cihan Harbini başlatanlar, Rusya’da yeni ve nihai bir ihtilale adım adım yaklaşıyorlardı. Çar ve taraftarları zor vaziyetteydi. Harbiye Nazırı Lord Kitchener, Çarlığı devirmeye çalışan komünistlerle savaşmaları için müttefik Rus ordusunu yeniden organize etmek ve güçlendirmek için yola çıktı. Fakat gemisi, 5 Haziran 1916’da bir patlamayla sulara gömülüverdi. Zavallı Kitchener’ın cesedi bile bulunamadı. Suç da bir Alman mayınına atıldı.
1918’de Cihan Harbi sona erdi. Harbin maksatlarına ulaşılmıştı. Rusya’da desteksiz kalan Çarlık devrilmiş ve Bolşevikler iktidara taşınmıştı. Yahudilere bir devlet sözü veren İngiltere, Gelibolu’da yorulan Türkiye’yi Suriye cephesinde rahatça yenerek Kudüs’ü ve Arap petrollerini ele geçirmiş, Türkiye’nin elinde sadece Anadolu topraklarını bırakmıştı. Üstelik, Çanakkale’deki kaleleri ortadan kaldıran Müttefikler, üç sene sonra ellerini kollarını sallayarak Boğaz’dan geçmiş ve Sultan Vahideddin’in oturduğu İstanbul’u işgal etmişlerdi.
Gizli El
Çanakkale operasyonundan sonra harbiye nazırlığından istifa eden Churchill, Cihan Harbinden sonra koloniler nazırı yapıldı. Bu vazifede iken Parlamentoda, Bolşevik ihtilalini yapan Rus Yahudilerini Filistin’e doldurduğu için tenkit edilince, Cihan Harbini Amerikan ve Rus Yahudileri sayesinde kazandıklarını izah etti ve Siyonizm’i desteklediğini anlattı milletvekillerine. Kudüs’te bir devlet, Yahudilerin hakkıydı artık.
Anadolu’daki Yunan işgalinde Ankara’ya karşı Yunanları desteklediği için Lloyd George hükümeti 1922’de düşünce Churchill de açıkta kaldı. Hristiyan İngiliz halkı Yahudi menfaatlerine hizmet eden Churchill’den nefret ediyordu. Bu yüzden iki yıl boyunca seçilemedi. Elbette o da boş durmadı ve vaktini hükümetle Yahudi petrol şirketleri arasında aracılık yaparak geçirdi.
Bu arada Lord Alfred Douglas adında bir İngiliz asilzadesi, Churchill’in Yahudilere çalıştığını ve İngiltere’yi dolandırarak onları zengin ettiğini iddia etti. Bu iddia üzerine Douglas ve Churchill mahkemelik oldular. Dava sadece sekiz dakika sürdü ve neticede Douglas tahkikat yapılmadan hapse atıldı. Geriye mahkûm Douglas’ın Çanakkale ile alakalı şu enteresan cümleleri kaldı:
“Gelibolu seferi mükemmeldi ve Türkler İstanbul’u koruyan kaleleri teslim etmeye mecbur kalmışlardı. Fakat Gizli El’in her ofiste ajanları vardı ve sadece 13 top mermisi kalan Türkler tam da beyaz bayrak çekmişken İngiliz güçlerine geri çekilmeleri için ‘esrarengiz’ bir emir verildi.”
ALINTI

16 Ekim 2019 Çarşamba

PARAYAMI İHTİYACI VAR

Paraya mı ihtiyacı var? Hayır!
Makama mı ihtiyaçı var? Hayır!
Güce mi ihtiyacı var? Tabiki hayır!

Gelmiş 65,66 yaşına! Dünyanın hangi ülkesine gitse, krallar gibi ömür sürer.

Sabahı akşamı belli değil, günlük 3 - 4 saat uyku ile ayakta duruyor! Her gün sayısız tehtid alıyor ve tehlike atlatıyor.
Hizmetten hizmete durmadan koşuyor. İçerden ve dışardan gelen her türlü ihanete göğüs geriyor.


Peki neden bir insanın dayanamayacağı bunca eziyet?
Neden bu kadar zahmet?
Bir baba nasıl ki evladını bataklıktan kurtarmak için mücadele ediyorsa, bu ADAM gibi ADAM da MÜSLÜMAN Türk Milletimize yüz yıllık(100 yıllık) bir esaretten kurtarmak için mücadele ediyor. Bütün mazlum ve mağdur ülkeler, müslümanlar ondan medet umuyor.
Onca ihanet ve onca nankörlüğe rağmen...
Çok yoruldun, biliyoruz. Ancak dualarımız ve desteğimiz daima seninle Reis.
Allah sana güç kuvvet versin. Ömrünü boyun gibi uzun eylesin.
Amin, Amin, milyon kez amin...
Vahdeddin HOCA

9 Haziran 2018 Cumartesi

İMAM HATİP OKULLARI 1951-1952 DÖNEMİNDE AÇILDI 1974 DEN SONRADA İMAM HATİP LİSESİ OLDU.




İMAM HATİP OKULLARI 1951-1952 DÖNEMİNDE AÇILDI 1974 DEN SONRADA İMAM HATİP LİSESİ OLDU.
şu ansiklopedi bilgilerini bir hatırlatalım:
Tevhid-i Tedrisat Kanunu, medreselerin kapatılmasına karşılık, imamlık ve hatiplik gibi dini hizmetlerin görülebilmesi için ayrı okullar açılmasını öngörüyordu. Kanunda öngörülen bu okullar, 1924 yılında İmam Hatip Mektepleri adı altında 29 merkezde açıldı. Okullar, 4 yıllık ortaöğrenim seviyesinde idi. Bu okulların müdürleri özel bir din eğitimi görmemişlerdi ve amaçları Cumhuriyet'e bağlı, “aydın din adamları” yetiştirmekti. Ders saatlerinin çoğu bilim ve yabancı dil dersleriydi ve dinle ilgili dersler ikinci plandaydı. Böyle bir okula dindar halkın rağbet etmeyeceği tabii idi. 1929 yılında sayıları 2'ye düşen İmam Hatip Mektepleri 1930'da “öğrenci yokluğu” bahanesiyle tamamen kapatıldı.
1930-1948 yılları arasında din eğitimi veren bir okul yoktur. 1949 yılında, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı imam hatip kurslarında din hizmeti görevlisi yetiştirme uygulaması başladı. Ortaokul mezunu askerliğini yapmış kimselerin alındığı 10 ay süreli İmam Hatip Kurslarından 1949 sonuna kadar 50 kişi mezun oldu. Kursların süresi daha sonra iki yıla çıkarıldı ve meslek okulu mezunlarının da kurslara girmesine olanak verildi ve 1951 de bu kurslar da sona erdi.
İşte CHP'nin biz kurduk dediği İmam Hatip kursları bunlardır. Okul değil, kısa süreli kurstur, amacı jet hızıyla namaz kıldıran, ölü yıkayan ve inkılabların propagandasını yapan imamcıklar yetiştirmektir.
1950 seçimlerinden sonra iktidara geçen Demokrat Parti, seçim dönemlerinde söz vermiş olduğu İmam Hatip Okulları'nı (İHO), halka verdiği sözü tutarak iktidarının ilk yılında açtı. Birinci devresi 4, ikinci devresi 3 yıl olan 7 yıl süreli ve bir bütün teşkil eden İmam Hatip Okulları 1951-1952 döneminde 7 ilde açıldı. İHO sayısı 1970-1971 döneminde 72'ye çıktı.
22 Mayıs 1972'de (CHP kökenli Ferid Melen zamanında) yayımlanan bir yönetmelikle, İmam Hatip Okulları ortaokuldan sonra 4 yıl eğitim veren bir meslek okulu haline getirildi ve lise kısmını bitirenlere tanınan yükseköğretimin tüm programlarında okuma hakkı kaldırıldı.
1974'te kurulan CHP-Millî Selâmet Partisi hükümeti döneminde İmam Hatip Liseleri'nin ortaokul bölümü yeniden açıldı. 29 yeni İHL açıldı ve böylece okul sayısı 101'e çıktı.
1976'da Danıştay kararı ile kız öğrenci alınmaya başladı.
Milli Selamet Partisi'nin ortak olduğu hükümetler döneminde (1975-1978) 230 yeni İHL açıldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra 1985'e kadar yeni İHL açılmadı. 12 Eylül yönetimi tarafından Temel Eğitim Kanunu'nun 32. maddesinde yapılan bir değişiklikle İHL mezunlarının üniversitelerin tüm bölümlerine gidebilmesine imkan verildi.
28 Şubat sürecindeki iki uygulama, İmam Hatip Liseleri'ni olumsuz etkilemiştir. Bunlardan birisi, 8 yıllık kesintisiz eğitimin başlaması neticesinde İmam Hatip Liseleri'ndeki ortaokulların kapatılması; diğeri ise üniversite sınavlarındaki katsayı uygulaması ile mezunların kendi alanları dışında üniversiteye girmesinin engellenmesidir.
2009 yılında katsayı uygulamasının kaldırıldığı açıklandı ancak bu karar, Danıştay tarafından iptal edildi.
1 Aralık 2011'den itibaren puan sistemi tamamen ortadan kalktı.
İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile birlikte 2012-2013 eğitim öğretim döneminde İmam Hatip Liseleri'nin ortaokul bölümleri tekrar açılmış ve 5. sınıf öğrencileri bu okullara kaydedilmeye başlamıştır.
Mevcut iktidar döneminde İmam Hatip Okulları altın çağını yaşamaya başlamıştır. İkmal seferberliği devam etmektedir. ALINTI: Hayrettin Karaman
Vahdeddin HOCA

12 Mart 2018 Pazartesi

VAHDEDDİN HOCA بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى : İman Etmeden Boyun Eğmek, İtaat Değildir:

VAHDEDDİN HOCA بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى : İman Etmeden Boyun Eğmek, İtaat Değildir:: İman Etmeden Boyun Eğmek, İtaat Değildir: "Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: İsteyerek veya istemeyerek, geli...

İman Etmeden Boyun Eğmek, İtaat Değildir:

İman Etmeden Boyun Eğmek, İtaat Değildir:
"Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: İsteyerek veya istemeyerek, gelin! dedi. İkisi de ‘İsteyerek geldik’ dediler.
“İsteyerek veya istemeyerek gelin!” denmesi, verilen emrin yerine getirilmesindeki mecburiyeti ifade eder.
 “İsteyerek veya istemeyerek namaz kılın” dememiştir; namaz kılmamızı emretmiş, ancak bu emrin yerine getirilip getirilmemesini irademize bırakmıştır.
"De ki: Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen Allah'tan başkasını mı dost edineceğim! De ki: Bana Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve sakın müşriklerden olma! (denildi). De ki: Ben, Rabbim'e isyan edersem gerçekten büyük bir günün (kıyametin) azabından korkarım. O gün kim azaptan kurtarılırsa, gerçekten Allah onu esirgemiştir. İşte apaçık kurtuluş budur."
1. Allah’a  ve Resulüne İtaat Etmek Allah’ın Emridir:
"Allah'a itaat edin, Resûle de itaat edin ve (kötülüklerden) sakının. Eğer (itaatten) yüz çevirirseniz bilin ki Resûlümüzün vazifesi apaçık duyurmak ve bildirmektir."
2. Allah’a ve Peygamberine İtaat Etmemek Bir Cihetle Küfürdür:
"De ki: Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez."
"Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir."
"Biz her peygamberi -Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Resul de onlar için istiğfar etseydi Allah'ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı. Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar. "
Allah’a ve Resulüne İtaat Edenler, Birbirleriyle Çekişmezler:
"Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. ..."
"Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Resûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız."
Sözlükte; baş eğmek, emredileni yerine getirmek ve söz dinlemek anlamlarına gelen itaat kelimesi, dini bir terim olarak; Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınmak demektir.
Vahdeddin HOCA

15 Şubat 2018 Perşembe

SEYİT ONBAŞI




Seyit Ali Çabuk
Köyünde onu herkes öldü bilmektedir.
Çanakkale’den Havran’daki köyüne kadar 145 kilometreyi 13 günde yayan yürür.
Geldiğinde evine giremez. Çünkü 9 yılda belki karısı, yeniden evlenmiş olabilir. Akşamdan geldiği evini sabaha kadar göz hapsine alır. Sabah koyunları çıkarmak için gelen bir akrabası ile karşılaşır.
“-Sen kimsin?
-Ben Seyidim.
-Biz seni öldü biliyoruz.
-İşte sağ döndüm. Benim hanım evli mi?
-Hayır evli değil. Bir çocuğun var içeride, çocuğu korkutursun. Bağırarak git, haberi olsun.”
Kapıdan eşinin ismini seslenir. 8 yaşında bir kız çocuğu kapıya gelir. “Anne” diyor, “kapıda sakallı biri var korktum.” Annesi geliyor kapıya bakıyor ki, adamı. “Korkma kızım o senin baban.”
Ve 9 yıl sonra kızıyla böyle tanışıyor.
Orijinal resim
O kız, sonradan nine olduğunda torunlarına, “Baba deyip de bir müddet kucağına oturamazdım” der.
***
Kocaseyit namı, Seyit Ali Çabuk tam adı.
Çanakkale’de 276 kiloluk top mermisini tek başına sırtlayıp İngiliz zırhlısını vuran kahraman.
1889'da Balıkesir'in Havran ilçesine bağlı bir orman köyü olan Manastır köyünde doğan Seyit Ali, Yörük çocuğudur.
Mavi gözlü ve ufak tefektir.
Gariban Anadolu köylüsü.
Keçi güder arada kaçak odun kömürü yapar satar.
1909’da askere gider.
1912’de Balkan Savaşı’na katılır.
1914’te Birinci Dünya Savaşı başlayınca Çanakkale cephesinde topçu eri olarak bulundu.
18 Mart1915'te Müttefik donanması Çanakkale Boğazı'nı geçmek için saldırıya geçti. Bu sırada Seyit Ali, Rumeli Mecidiye Tabyası'nda görevlidir.
(Savaşın en kritik anlarından birinde Queen Elizabeth zırhlısından atılan bir top mermisi Mecidiye Tabyası'na isabet eder. Mecidiye Tabyası'nın pozisyonu çok kritiktir. Boğazdan geçen düşman savaş gemilerini vurmak üzere oradadır. Ve hedef alınan tabyada geriye sadece iki er ve tabya komutanı kalmıştır. Bu erlerden bir tanesi Seyit Ali Çabuk'tur.
Seyit, 276 kiloluk bir mermiyi, mataforası yani vinci bozuk olan topçu bataryasına tek başına sırtlayarak yerleştirmeyi başarır.
Ve Ocean gemisini dümen sisteminden vurmayı başarır. Ocean daha sonra sürüklenir ve Nusrat’ın döşediği mayınlardan birine çarparak batar.
Bu başarısından ötürü onbaşı rütbesine yükseltilmiş bir de ödül olarak çift tayın verilmiş.
O da bir hafta sonra kursağından geçmeyince istememiş.
Seyit Ali, 1909'da gittiği askerden, 1918'de onbaşı olarak döner.
1915’teki zaferden sonra 3 yıl daha Çanakkale’de askerliğe devam eder.
1918’de terhis olur.
Kocaseyit, harpten döndükten sonra burada köyünde kimseye savaş ile ilgili bir şey anlatmaz. 9 yılda yaşadıklarını kendine saklar. Kolay değil, yaşanan olaylar, büyük travmalar yaratmıştır muhtemelen. 1929’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bir açılış için Havran'a gelir. Açılıştan sonra Havran Nahiye Müdürü’ne der ki, “Burada bir Seyit Onbaşı olacaktı onu görmem lazım.”
Ancak Havran Nahiye Müdürü, Seyit Onbaşı’nın hangi köyde olduğunu bilmez. “Buluruz tabii Paşam” deyip, Edremit askerlik şubesinden Seyit’i sordurur. Manastır köyünde bulunur. Şubeden 2 jandarma görevlendirilip salınır. Sabah çıkan jandarmalar akşamüstü köye gelir. Kocaseyit, dağa kömüre gitmiştir. Jandarmalar evinin önünde akşama dek bekler. Akşam geç saatte evine gelen Seyit, jandarmayı görünce, kaçak kömür için geldiklerini sanır. Ama bozuntuya vermez. Askerlere “suçum ne ki” diye sorar. “Hayır, suçun yok biz seni bekliyoruz. Seni Paşa çağırıyor.” Seyit, sevinir.
Gece yarısı vardıklarında nahiye müdürü, Seyit’i perişan vaziyette görünce, önce onu bir güzel yıkatır, berberde saç sakal traşı yaptırır. Sabah da elbisesini verir. Atatürk’ün yanına çıktığında, biraz sohbetten sonra Paşa ‘ne istersen, iste sen büyük kahramanlık yaptın’ der.
Maaş bağlatılmasını teklif eder. Seyit Ali, “Hayır paşam" demiş, "biz görevimizi yaptık maaş için değil” der. Tek bir isteği olur Atatürk’ten, “Ben dağda kaçak odunla kömür imal ediyorum. Havran ve Edremit'te gece kaçak satıyorum. Senin emrinle o dağdaki ormancılar baltamı almasa. Rahat çalışsam, maaş da istemem”
Atatürk, nahiye müdürüne talimat verir, Seyit’e dokunulmasın diye.
Ancak iki yıl sonra yeni gelen nahiye müdürü bu emri uygulamaz, Seyit’e pek rahat verilmez.
Seyit Ali Onbaşı, bir süre daha dağda odun kömürü yapar.
Yaşlanmaya başlayınca zorlanır, Havran’da bir fabrikada hamallığa başlar.
Seyit Ali Çabuk, 1939'da 50 yaşındayken, zatürreye yakalanır ve yaşamını yitirir.
Köyündeki mezara gömülür.
Kocaseyit’in öyküsü, bir yerde Türkiye’nin tüm kahramanlarının öyküsüdür........

22 Mayıs 2017 Pazartesi

TAKSİCİ VE PARA ÜSTÜ

ÇALANLARA, ÇALDIRANLARA, ÖRTBAS EDENLERE, İŞBİRLİKÇİLERE ÖZELLİKLE DUYURULUR.
Taksici ve para üstü

“Toplantıya gideceğim. Baktım geç kalma ihtimalim var, bindim bir taksiye, muhabbetçi bir arkadaş. O anlatıyor ben dinliyorum. Tam işyerinin önüne geldik. Ankara’da Bakanlıklar. Diyelim ki, taksi parası 9.75 TL tuttu, ben 10 TL uzattım. Hani hepimizin yaşadığı sahne vardır ya, taksici üstünü arıyormuş gibi yapar, siz de para üstünü alabilmek için bir ayak dışarıda, inmemek için debelenirsiniz. Tam o sahne olacak. Şoför, para üstü var mı diye aranmaya başladı.
– Üstü kalsın kardeşim” dedim.
Döndü bana doğru:
– Vaktin var mı ağabey ?” dedi.
– Evet” dedim (tek ayağım hala dışarıda)
Dörtlülere bastı, trafik dört şerit akıyor, indi araçtan. Önde bir büfe var. Gitti oraya, bir şeyler konuşup geldi. Bana 25 krş uzattı. Belli ki para bozdurmuş.
– Birader” dedim,”9.75 değil,10.50 yazsa ister miydin 50 kuruş benden?”
– “Ne alacağım ağabey 50 kuruşu!”
– Peki, niye gittin 25 kuruş için o kadar uğraştın. Üstü kalsın demiştim.”
Döndü bana, attı kolunu arkaya:
– “Vaktin var mı ağabey?”
– “Var.”
– Çek kapıyı o zaman.”
5 dakika konuştuk. İngiltere’de Profesöründen, bilmem kiminden eğitimler aldım. O taksicinin 5 dakikada öğrettiklerini, İngiliz hocalar haftalarca verdikleri derslerde öğretemediler:
– “Ağabey biz Keçiören’de 5 kardeşiz. Babam rençberdi, günlük yevmiyeye giderdi; artık inşaat falan bulursa çalışır gelir, o gün iş bulamamışsa, biz eve gelişinden, yüzünden anlardık.”
“Durumumuz hiç iyi olmadı. Akşam yer sofrasında yemek yerdik. Yemek bitince babam bize” Durun kalkmayın” derdi. Önce dua ederdik sonra babam bize sofrada konuşma yapardı.”
“Aha” dedim, “Bizim meslekten”, seminerci.
– “Ne anlatırdı baban ?”
– “Hayatta nasıl başarılı olunur ?”
” O gün inşaata çağırmazlarsa eve para getiremiyor, sonra çocuklara hayatta başarı teknikleri anlatıyor.”
– Babam işe gidince büyük ağabeyimiz onu taklit ederdi, delik bir çorapla pantolonun ceplerini çıkarır, dört kardeşi karşısına alıp “Dürüst olun, evinize haram lokma sokmayın” diye anlatırken, biz de gülerdik. Annem kızardı,”Babanızla alay etmeyin. O, hem dürüst hem de çalışkandır” derdi. Yan evde iki kardeş var, onların babası zengin. Babaları birahane işletiyor, ama adamda her numara vardı, kumar falan oynatırdı. Bizim yeni hiç bir şeyimiz olmadı, hep o ikisinin eskilerini kullandık. O amca mahalleden geçerken biz 5 kardeş ayağa kalkardık, çünkü bize bahşiş verirdi. Babam eve gelince ayağa kalkmazdık. Çünkü hediye, para falan hak getire. Ağabey biz babamı kaybettik. Altı ay içinde yandaki baba da öldü. Yandaki baba iki çocuğa 5 katlı bir apartman, işleyen birahane, dövizler ve araziler bıraktı. Bizim baba ne bıraktı biliyor musunuz?”
– “Ne bıraktı?”
– “Bakkal veresiyesi ve konuşmalarını bıraktı : “Evladım işinizi dürüst yapın, hakkınız olmayan parayı almayın.” Falan filan…
“Ağabey, aradan 15 yıl geçti…”
“Diğer babanın 2 oğlu şu anda cezaevindeler, ne ev kaldı ne birahane. Ailesi dağıldı.”
“Biz 5 kardeş, beşimizin Keçiören de taksi durağında birer taksisi var. Hepimizin birer ailesi, çoluk çocuğu, hepimizin birer dairesi var.”
“Geçenlerde büyük ağabeyimiz bizi topladı ve dedi ki :
– “Asıl mirası bizim baba bırakmış.”
“Hepimiz ağladık. 5 kardeş taksiciliğe başladığımızdan beri, taksimetrenin yazmadığı 10 kuruşu evimize sokmadık. Her şeyimiz var Allah’a şükür.”
Çok duygulandım, veda ettim. Tam ineceğim:
– “Dur ağabey, asıl bomba şimdi!”
– Nedir bomban ?”
– Nerede oturuyoruz biliyor musun ? O iki kardeşin oturduğu 5 katlı apartmanı biz aldık. 5 kardeş orada oturuyoruz.”
Evladınıza ne araba bırakırsınız, ne ev, ne de başka bir miras. Evlada sadece değer kavramları bırakırsınız. Bakın iki baba da evlatlarına değer kavramları bırakmışlar. ALINTI

10 Nisan 2017 Pazartesi

BİZ HANGİ YÖNETİME LAYIĞIZ GÖRELİM

HERKES, LAYIK OLDUĞU YÖNETİMLE İDARE EDİLİR!

Peygamberimiz, üç kişi olduğunuzda içinizden birini imam seçin.
Hepiniz yöneticisiniz ve hepiniz yönettiklerinizden sorumlusunuz.
Hiçbir gölgenin/korumanın olmadığı bir günde Allah'ın arşının gölgesi/koruması altında bulunacak olan sınıfın en başında Adaletli idareci zikredilerek, danışan kazanır, danışmayan kaybeder buyurmuştur.
Kur’ân ve Sünnetle şekillenen kültürümüzde, mahkeme kadıya mülk değildir özdeyişi meşhurdur, 
Kur’ân’da, yönetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: "Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vücutça bir üstünlük verdi. Allah mülkü (idareyi) kime dilerse ona verir. Allah'ın (nimeti) boldur. Allah hakkıyla bilicidir" Bakara 247
Hz. Ömer oğlu Abdullah’ı, Müslümanların başına halife tayin etmesini isteyenlere şu cevabı vermiştir ''Hayır ben ailemden birinin bu göreve gelmesini istemiyorum. Eğr bu iş hayırlı ise biz ondan nasibimizi aldık, şayet bu kötü bir işse bu iş için bir kurban yeterlidir.''
Her milleti, imâmıyla çağırdığımız gün, kimlerin Kitabı sağından verilirse işte onlar, Kitaplarını okurlar ve en ufak bir haksızlığa uğratılmazlar. İsra 71.
Her ümmete peygamberini şahid getirdiğimiz gün, ey Muhammed seni de tüm hepsine şahid getirdiğimiz gün, onların hali nice olur!? Nisâ 41
Dünyada yapıp ettiği her şeyin o defterde yazılı olduğunu görecek ve hayretler içerisinde şöyle diyeceklerdir: ''Bu defterlere ne olmuş da, büyük küçük her şeyi kaydetmiş!? Kehf 49.  ''Ah, keşke defterim/karnem bana verilmeseydi! Hâkka 25
UNUTMAYALIM Kİ; İLDE TEK VALİ, ARAÇTA TEK SÜRÜCÜ, AİLEYE TEK REİS, DEVLETE TEK BAŞ OLMAZ İSE DÜŞMAN DIŞ GÜÇLERİN ÜLKEMİZDEKİ TEMSİLCİLERİ BİZİ TAKAR PEŞLERİNE PARÇALAR GÜDER BİZİ BİRBİRİMİZE DÜŞMAN EDER HERKES KENDİNE UYGUN SEÇİMİNİ YAPTIKTAN SONRA ARTIK SEÇİLMİŞ TEK LİDERE SAYGILI OLUR İTAAT EDERSE VATAN VE İÇİNDEKİ HERKES KURTULURUZ HUZUR BULUR DÜŞMANLARA YEM OYUNCAK OLMAYIZ.

24 Mart 2017 Cuma

Getirdiğim abdest suyuna, işeyipte getirdim!

Yavuz Sultan Selim'e bir hizmetçisi 8 sene hizmet etmiş, O kadar iyi hizmet etmiş ki ancak o kadar olur,Yavuz bir gün çağırmış ve demiş ki:Bak seni azad edeceğim, sana para da vereceğim, padişah sözü veriyorum;Bana doğruyu söyle en ufak bir zarar görmeyeceksin. Hizmetçi el pençe divan, buyurun sorun padişahım diyor. Yavuz: Benim Peygamberim sav, buyuruyor ki: "Bir yahudi ya da bir hristiyan size hizmet ederse fırsat buldukları an size, hıyanet ederler" ben sende hiçbir hainlik görmedim, ama yaptığın bir ihanet varsa ben bileyim de Efendimizin sav  mucizesini gözümle göreyim. Sana söz veriyorum zarar görmeyeceksin.Hristiyan hizmetçi, kendini sağlama aldıktan sonra:Padişahım 8 senedir getirdiğim bütün abdest sularına işedim.Padişah bunu duyunca gözlerini adamın gözlerine dikip: Allah' a yemin olsun ki, senin getirdiğin abdest suyuyla bir kere bile abdest almadım. Haydi serbestsin diyor.. Git ! Burada şunu anlıyoruz ki Yavuz Sultan Selim Han kadar zeki şuurlu ve ön görüşlü olmlıyız.

TANIŞMAK SÜNNET

Hakkımda

Fotoğrafım
https://www.facebook.com/VAHDED.HOCA SİTEMİZİ ZİYARET EDİP ÜYE OLURSANIZ ÇALIŞMALARIMIZA DESTEK VERMİŞ OLURSUNUZ ALLAH cc CÜMLE MÜMİNLERDEN RAZI OLSUN.

RESİMLERDEN

RESİMLERDEN
İYİ SEYİRLER

HARİTALAR